6 Nis 2020

Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi Kısa Özeti

Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi Kısa Özeti


Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu
Osmanlılar, Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensuptur. Türkiye Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat zamanında, önce Karacadağ’a ardından da Söğüt ve Domaniç yöresine Ertuğrul Gazi başkanlığında uç beyliği olarak yerleştirilmişlerdir.
Kösedağ Savaşı’ndan sonra Kayı Boyu Anadolu’yu işgal eden İlhanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Bu devletin zayıflamasıyla Osman Bey bağımsızlığını ilan etmiştir (1299).
Osmanlı Beyliği kurulduğu sıralarda Balkanlar’da siyasi birlik yoktu. Balkanların en kuvvetli devleti Sırp Krallığı’ydı. Bundan başka Bulgar, Macar ve Arnavut krallıkları, Eflak, Boğdan, Bosna, Hersek ve Erdel beylikleri bulunmaktaydı.
Venedik ve Cenevizliler ise Akdeniz ve Karadeniz’deki ticaret yollarını ele geçiren önemli iki deniz devletiydi.
Osmanlı Beyliği’nin Büyümesini Sağlayan Temel Sebepler:
– Osmanlı Beyliği’nin coğrafi konumunun genişlemeye elverişli olması
– Balkanlar’da siyasi birliğin olmaması,
– Bizans’taki taht kavgaları ve Bizans tekfurlarının halktan ağır vergiler toplaması.
– Osmanlı Beyliği’nin güçlü bir merkezi otorite kurması.
– Osmanlılar’ın, Bizans’a karşı yürütmüş olduğu cihat anlayışının Türkmenler tarafından desteklenmesi.
– Osmanlılar’ın halka iyi davranarak, dinsel hoşgörüyü devlet politikası haline getirmesi.
– Fethedilen topraklara Türkmenlerin yerleştirilmesi, böylece fetihlerin kalıcı ve sürekli olması.
– Tımar sistemi sayesinde devletin büyük bir askeri güce sahip olması
– Osmanlı hükümdarlarının örgütleme yeteneğinin çok iyi olması.
KURULUŞ DEVRİ (1299 – 1453)
Kuruluş Devri Padişahları:
-Osman Gazi (1299 – 1324)
-Orhan Gazi (1324 – 1362)
-I. Murat (1362 – 1389)
-I. Bayezit (1389 – 1402)
-I. Mehmet (1413 – 1421)
-II. Murat (1421 – 1451)
Osman Bey (1299 – 1324)
Osmanlı Beyliği’nin kurucusu olan Osman Gazi Ahiler’in desteğini alarak Bizans’la mücadeleye girmiş Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Karacahisar’ı ele geçirmiştir.
Koyunhisar Savaşı (1302):
Bizans’la yapılan ilk büyük savaştır. Bu savaşta Bizans yenilmiştir.
– İlk para Osman Bey zamanında bastırılmıştır.
– Osman Bey’in başarılı olmasında Akçakoca, Konur Alp, Samsa Çavuş gibi Türkmen Gazilerinin rolü büyüktür.
– Osman Bey zamanında Bilecik ardından da Yenişehir başkent olmuştur.
Orhan Bey (1324 – 1362)
Orhan Bey Bursa’yı alarak burayı başkent yapmıştır.
Maltepe (Pelekanon) Savaşı (1329):
Bizans’la yapılan mücadeleyi Osmanlılar kazanarak İznik ele geçirilmiştir. Bundan bir süre sonra Osmanlı kuvvetleri İzmit’i almış (1337) böylece Kocaeli Yarımadası’nın tamamı Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir.
Rumeliye geçiş (1353)
Orhan Bey Karesibeyliği’ndeki taht kavgalarından yararlanarak bu beyliği topraklarına kattı. Böylece Osmanlılar’ın ilk donanması kurulmuş ve Rumeli’ye geçiş gerçekleşmiştir. Ayrıca Hacı İlbey ve Evranos Bey’de Osmanlı hizmetine girmiştir..
Bizans İmparatoru’nun Sırplar ve Bulgarlar karşısında Osmanlılar’dan yardım istemesi üzerine Çimpe kalesi alınarak (1353) Rumeli’de ilk toprak parçası ele geçirildi.
– Çimpe kalesi Rumeli’deki fetihler için üs olarak kullanılmıştır.
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ise Bizans’taki otorite boşluğundan faydalanarak Gelibolu, Tekirdağ, Malkara, Keşan ve Çorlu’yu ele geçirdi.
Orhan Bey zamanında:
– İlk divan örgütü oluşturuldu.
– İlk düzenli ve devamlı ordular kuruldu.(Yaya ve Müsellem)
– İlk vezirlik makamı kuruldu.
– İlk Osmanlı medresesi açıldı (İznik’te).
I. Murat (1362 – 1389)
I. Murat, Orhan Bey zamanındaki fetihlere devam ederek, Çorlu, Lüleburgaz, Dedeağaç ve Dimetoka’yı ele geçirdi.
Sazlıdere Savaşı (1363):
İstanbul’un yiyecek deposu durumunda olan Edirne, Bulgar destekli Bizans ordusu, yenilgiye uğratılarak ele geçirildi (1363). Burası Balkanlar üzerine yapılan seferlerde üs olarak kullanılmıştır
Sırpsındığı savaşı (1364):
Türkler’i Rumeli’den atmak üzere düzenlenen ilk haçlı seferidir. (Sırp, Bulgar, Macar) yapılan mücadeleyi Hacı İlbey komutasındaki Osmanlılar kazanmıştır.
Bu savaşın sonunda Sırp Krallığı vergiye bağlanmıştır.
Çirmen Savaşı (1371)
Türkler’in Balkanlar’daki ilerleyişini durdurmak amacıyla Sırplar’la Osmanlı Devleti arasındaki Çirmen mevkiinde yapılan mücadeleyi Osmanlı Devleti kazanmıştır. Bu savaşla Batı Trakya toprakları ele geçirilmiştir.
I. Kosova Savaşı (1389):
Osmanlılar Balkanlar’da ilerleyerek Manastır ve Sofya’yı ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlılar’ın Balkanlar’daki ilerleyişini durdurmak amacıyla Haçlı ordusu oluşturuldu. (Sırp, Boşnak, Macar, Eflak, Hırvat, Leh ve Çek) kuvvetleri birleşti. Karamanoğulları’nın Haçlı ordusunu desteklemesi üzerine Timurtaş komutasındaki Osmanlı ordusu Ploşnik’te bozguna uğratıldı (1387). Bu bozgun Balkan krallıklarını umutlandırdı. Bundan bir süre sonra Haçlılar’la yapılan mücadeleyi Osmanlılar kazandı. I. Murat savaşın sonunda şehit oldu.
I. Murat Anadolu’daki Türk birliğini sağlamak amacıyla Germiyanoğullarından çeyiz karşılığında Kütahya ve Tavşanlı’yı almış, Hamitoğulları’ndan ise Isparta ve Akşehir civarı parayla satın alınmıştır.
I. Murat Zamanında:
– Yeniçeri ocağı kuruldu.
– İlk top I. Kosova savaşında kullanıldı.
– Osmanlılar’da ilk sultan ünvanını I. Murat kullandı.
– Rumeli beylerbeyliği oluşturuldu.
– Karamanoğulları’yla ilk defa mücadele edilerek itaat atına alındı.
– Sırplar ve Bulgarlar hakimiyet altına alındı.
– İlk defa Tımar sistemi oluşturuldu.
I. Bayezit (1389 – 1402)
I. Bayezıt Anadolu’daki Türk birliğini sağlamak amacıyla Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Hamitoğulları,
Karamanoğulları ve Candaroğulları’nı itaat altına aldı. Böylece Anadolu’daki Türk birliğini sağladı.
Niğbolu Savaşı (1396):
Yıldırım Bayezıt’ın İstanbul’u kuşatması ve Balkanlar’da ilerlemesi üzerine Macar krallığının önderliğinde Haçlı ordusu harekete geçti. Yapılan mücadeleyi Osmanlılar kazandı.
Bu savaşla;
– Türkler’in Anadolu hakimiyeti yolundaki gücü daha da artmıştır.
– İstanbul’u kuşatan ilk Osmanlı hükümdarı Yıldırım’dır.
– Onun zamanında Anadolu Beylerbeyliği kurulmuştur.
– İstanbul’u fethedebilmek amacıyla Anadolu Hisarını yaptırmıştır.
– Halife tarafından Yıldırım’a Sultan-ı İklim-i Rum ünvanı verilmiştir.
– Anadolu’daki Türk birliğini sağlamıştır.
Bizans, Osmanlı Devleti’nin üstünlüğünü kabul ederek bir antlaşma imzaladı.
Bana göre:
– İstanbul’da bir Türk Mahallesi kurulacak ve cami yaptırılacaktı.
– İstanbul’da Türkler’in davalarına bakacak bir kadı bulunacaktı.
– Bizans, Osmanlı Devleti’ne her yıl vergi verecekti.
Ankara Savaşı (1402)
Nedenleri:
– I. Bayezıt’la, Timur’un topraklarını genişleterek komşu olmaları.
– Timur’dan kaçan Ahmet Celayir ve Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf’un Yıldırım’a sığınması, I. Bayezıt’ın da onları Timur’a teslim etmemesi.
– I. Bayezıt’ın Erzincan ve Kemah kalelerini alması.
– Timur’un Sivas’ı alarak yağmalaması
– Anadolu’daki beyliklerin Beyazıt’ı Timur’a şikayet etmesi.
– İki hükümdarın mektuplarla birbirini tahrik etmesi.
* Savaşın en önemli nedeni ise her iki hükümdarında Türk İslam dünyasına hakim olma istekleridir.
İki ordu Ankara yakınlarında karşılaştı. Tımarlı Sipahiler’in ihaneti ve bazı beylerin Timur’un safına geçmesi üzerine Osmanlılar savaşı kaybetmiştir (1402).
Sonuçları:
– Anadolu’daki Türk birliği bozuldu.
– I. Bayezıt’ın oğulları arasında taht kavgaları başladı.
– Balkanlar’daki Türk ilerleyişi durdu
– İstanbul’un fethi gecikti.
Fetret Devri (1402 – 1413)
Ankara Savaşı’ndan sonra I. Bayezıt’ın oğulları arasında taht mücadelelerinin başlaması, Osmanlı Devleti’nin yıkılma tehlikesi geçirmesine neden olmuş buna rağmen devlet örgütünün sağlamlığı, Rumeli’de adaletli bir yönetimin olması, kısa zamanda Osmanlılar’ın toparlanmasını sağlamıştır.
I. Mehmet (Çelebi) (1413 – 1421):
I. Mehmet diğer kardeşlerini yenerek Osmanlı birliğini yeniden sağladı. Osmanlı Devleti’nin kaybetmiş olduğu toprakların çoğunu geri alan I. Mehmet, Menteşeoğulları ve Saruhanoğullarını topraklarına katmış. Karamanoğulları’nıda itaat altına almıştır.
– Osmanlılar ilk deniz savaşını Venedikler’le yapmış ve bu savaşı Osmanlılr kaybetmiştir (1416).
– I. Mehmet zamanında dini nitelikli şeyh Bedrettin isyanıyla Çelebi Mehmed’in kardeşi olduğunu iddia eden Düzmece (şehzade) Mustafa isyanı bastırılmıştır.
II. Murat (1421 – 1451)
Bizans’ın desteğiyle ikinci defa ayaklanan Düzmece Mustafa isyanı bastırıldı (1422).
Aydınoğulları, Hamitoğulları ve Germiyanoğulları tekrar Osmanlılar’a bağlandı. Karamanoğulları ise itaat altına alındı.
Osmanlılar’ın Balkanlar’daki ilerlemesini durdurmak amacıyla Hünyadi Yanoş komutasındaki Macarlar Osmanlılara karşı bazı başarılar kazandılar. Bunun üzerine II. Murat Edirne Segedin Antlaşması’nı imzaladı.
Buna göre;
1. Osmanlılarla Macarlar on yıl savaşmayacaktı.
2. Sırp Krallığı yeniden kurulacak Türkler aldığı toprakları geriverecekti.
Varna Savaşı (1444):
II. Murat hükümdarlığı oğlu II. Mehmet’e bırakınca Macarlar antlaşmayı bozarak takviye aldıkları haçlı birlikleriyle Osmanlılar’a saldırdı. Yapılan mücadeleyi Osmanlılar kazandı. Bu savaş Osmanlılar’ın Balkanlar’daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır.
II. Kosova Savaşı (1448):
Haçlılar Varna savaşının intikamını almak için Osmanlılar’a tekrar saldırdılar. Mücadeleyi bir kez daha Osmanlılar kazandı.
Böylece;
– Osmanlılar’ın Balkanlar’daki hakimiyeti kesinleşti.
– Avrupalılar’ın Türkler’i Balkanlar’dan atma ümitleri sona erdi.
– Türkler savunmadan taarruza geçti.
– İstanbul’un fethi kolaylaştı.
Karamanoğulları II. Murat zamanında Osmanlılar’a karşı Haçlılarla ittifak yapmıştır.

5 Nis 2020

Kraliçe Victoria Kimdir ? (Birleşik Krallık kraliçesi)

Kraliçe Victoria Kimdir ? (Birleşik Krallık kraliçesi)

Victoria (Birleşik Krallık kraliçesi)


”Kraliçelerimizin saltanatları her zaman ses getirmiştir. Tarihimizin en yüce dönemleri onların hükmü altında gerçekleşmiştir.”
Sir Winston Churchill


Winston Churchill bu cümleyi Kral VI. George’un 6 Şubat 1952 tarihinde vefatı üzerine yaptığı konuşmada sırasında kullanmıştır. Churchill bu sözü, şahit olduğu ve etkisi altında kaldığı Viktoryen döneme binaen söylemiş olması Britanya tarihinin en güçlü hükümdarlarından biri olan Kraliçe Victoria portresini karşımıza çıkarmaktadır.
Avrupa’nın 19. yüzyılda, denizlerde en güçlü devleti haline gelen Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı’nın hükümdarı IV. William’ın 20 Haziran 1837 tarihinde vefatı üzerine yeğeni olan ve ”Avrupa’nın Büyükannesi” lakabı ile bilinecek Victoria, 18 yaşında tahta çıkmıştır.

İngiltere Kralı III. George’un dördüncü oğlu olan Kent Dükü Edward ve Saxe-Coburg-Saalfeld (Gotha) Dükü’nün kızlarından olan Mary Louis Victoria’nın kızı olarak 24 Mayıs 1819 tarihinde Kensington Sarayı’nda dünyaya geldi. Alman mürebbiyesi Louis Lezhen’den ötürü kendisinin sert bir mizacı vardı. Almanlara has ağır bir disiplinle yetiştirilen Victoria’nın annesi ile bağının kopuk olduğu bilinmektedir. Bunun sebebi, annesinin ona karşı fazla ilgi göstermemesidir. Annesi ile arası ne kadar açık olmuşsa da babası ile de bir o kadar yakınlık kurmuştur. Hafta sonları balolara babası William ile katılan Victoria, onunla sık sık sohbet ederdi. Annesinin bu durumdan şikayetçi olması, Victoria’yı annesinden daha da uzaklaştırmıştır.


Kral William’ın vefatı üzerine tahta çıkan Victoria, Lordlara şöyle seslenmiştir: ”Eğer bir hükümdara karakterine göre isim verilecek olsa Ekselansları kesinlikle yurtsever bir kral olarak tanınırdı.” (1) Kraliçe Victoria’nın tahta çıkışında bazı sorunlar yaşanmamış değildir. Bu sorunların sebebi, amcası IV. William’ın, o dönemin bilinen isimlerinden Dorothy Jordan ile yürüttüğü yasak ilişkiden dolayı dünyaya gelen ve tam sayısı belli olmasa da 10 tane olduğu tahmin edilen gayrimeşru çocuğun olması ve asıl eşi Adelaide’nin iki kızını küçük yaşta kaybetmesi, tahta çıkma olasılığı düşük görülen genç prenses Victoria’nın önünü açmış diyebiliriz. (2)

Yeni Kraliçe döneminde Avrupa, bir küreselleşme döneminden geçmekteydi ve ülkesi adına tacı taşıyan kişi, bu atılımın öncülerinden olmak zorundaydı. Amcası William’ın dönemin şartlarına göre yapmış olduğu anayasa reformları onu ülkesi içinde önemli ve aydın bir şahsiyet haline getirmişti. Büyükbabası III. George da, hükümdarlığı döneminde Amerika’daki kolonilerin Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) ile elden çıkmış olması büyük bir sorun olmasına rağmen, ülke içerisindeki duruşu ve yapmış olduğu reformlar ile halkın sevgisini kazanmayı başarmıştı. Kraliçe Victoria’nın da iyi bir portre çizmesi için halkına karşı duruşunu ve monarşinin reformcu gücünü göstermek zorundaydı. Ancak bundan evvel daha öncelikli bir konu olan evlilik meselesinin halledilmesi gerekiyordu. Kraliçe’nin amcası ve aynı zamanda Belçika Kralı olan I. Leopold’ün de desteği ile Saxe-Coburg-Gotha’lı Albert, bu evlilik için seçilmiş aday oldu. Prens Albert’ın, Kraliçe Victoria’nın kuzeni olması ve kendisinin hemofili hastalığı taşıması, ileride dünyaya gelecek dokuz çocuğunda da bu hastalığın görülmesine neden olacaktı. 1840 yılında yapmış oldukları bu evlilik Victoria’nın mizacında bir değişikliğe sebep olduğunu göstermektedir. Kraliçe, dünya tarihinde bir ilk olarak düğününde beyaz gelinlik giymesi ile bilinmektedir. Kendisinin soğuk, ciddi ve yeri geldiği zaman çok sinirli bir yapıya sahip olması eşi Albert’ın onun aklından şüphe duymasına ve büyükbabası III. George ile aynı hastalığa yakalanmasından korktuğunu dile getirmesine sebep olmuştur. (3)



Prens Albert, Britanya’nın monarşisini, hukukunu ve toplumsal yapısını anlamak için yoğun zaman harcamış ve bazı çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmalar sonucunda, Monarşi’nin, politikada tarafsız olması gerektiğini ve yapılacak reformalarda Kraliçe’nin hükümet ile arasındaki samimiyetin ya da sorunların bir köşeye bırakılması gerektiğini savunmuştur. Bu doğrultuda ilk olarak, Victoria’nın çok desteklediği ve güvendiği Lord Melbourne’den yana olan tavrının daha az samimi ve tarafsız olması gerektiğini ileri sürmüştür. Albert’ın bu durumu değiştirmesi, ileride birçok siyasi ismin hükümette yer alabilmesi için uygun ortamın yaratılmasına neden olmuştur. Prens Albert’ın bu hususa bu şekilde bakmasının altında yatan sebeplerin başında Britanya’nın tarihi yatıyordu. Kraliçe Anne döneminde İspanya Veraset Savaşları (1702-1714) ile İngiltere’nin girmiş olduğu ittifaklar sonucu XIV. Louis Fransası’na karşı yürütülen savaşların maliyetinin yükselmesi ve Kraliyet Orduları Komutanı Lord Marlborough’un Fransızlar karşısında savaş kazanamaması ile barış görüşmeleri istenmiştir. Aslında bu görüşme talebi savaşın ortalarında iletilmiş, lakin Lord Marlborough’un eşi Sarah Marlborough’un da içinde bulunduğu grubun Kraliçe Anne’e yaptığı baskı bunun önüne geçmiştir. (4) Prens, bu durumdan ötürü Kraliçe’nin, konumunu gözden geçirmesini istemiştir.

Britanya monarşisinde çok farklı bir duruş sergileyen Prens, görev aldığı birçok yardım kuruluşunda sağladığı faydalar ile ülkede önemli bir isim haline gelmiştir. Kendisi sanata düşkünlüğü ile bilinmektedir. Bundan dolayı, 1834 yılında Westminster Sarayı’nın parlamento binasının yanması üzerine Charles Barry öncülüğünde yürütülecek 30 yıllık restorasyon sürecinde fresklerin belirlenmesi için oluşturulan Kraliyet Komisyonu’nun başkanlığına getirilmiştir. 1843 yılında ise Güzel Sanatlar Derneği’nin başkanı olarak dönemin ilerleyişini şu sözlerle değerlendirmiştir:

”Mekanik becerileri üstün sanatla eşleştirmek Güzel Sanatlar Derneği’nin varlığına ve kapsamına uygun bir görevdir.” (5)
Prens Albert
Prens Albert’ın bu sözünden anlaşılacağı gibi gelişen teknoloji ve sanayinin yanında sanatın yerini ve önemini belirtmesi, onu aydın bir kişilik olarak karşımıza çıkarmaktadır. 1851’deki Hyde Park’taki sergi çağdaş kişiliğinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Kraliçe Victoria’nın ilerleyen dönemlerde Prens’in etkisi altında kaldığı ve aldığı kararları ona danışmadan almadığı görülmektedir. Döneminde yaşanan yoğun endüstrileşme ve ortaya çıkan sınıfsal sorunlar karşısında Prens Albert kadar duyarlı ve etkili olamamıştır. Prens, sosyal huzursuzlukların Monarşi için ciddi bir sorun olduğunu ve bunların çözüme kavuşturulması konusunda hassas bir şekilde davranılması gerekliliğinin tarafı olmuştu.

Avrupa’da 1830 yılında başlayan ve birçok hükümetin bu hareketten dolayı devrildiği veyahut ciddi sıkıntı çektiği Çartizm Hareketi, Prens Albert’ın üzerinde durduğu bir konu haline gelmiştir ve yaşanan sorunları ”İlerlemenin ayaklanmalar ile değil, işçilerin kendi gayretleriyle sağlanabileceğini” beyan etmiştir. Çartist ayaklanmayı kendileri için bir fırsat gören başta Londra ve bütün İngiltere halkı, alınan yüksek vergilere karşı çıkmıştır. 1850 yılına gelindiği zaman, Kraliçe Victoria ve Prens Albert’ın duruma el atması ile hükümet, 1833 yılında başladığı halkı memnun eden yasalara yenilerini eklemeyi sürdürmüştür. 1839 yılındaki Eyalet Polis Yasası’nın gözden geçirilmesi ve daha da genişlemesi ön planda tutulmuştur. Bu yasa neticesinde memurlara ödenen maaşlar tekrardan düzenlenmiştir. Lakin aynı yıl parlamentonun Çartistlerin verdiği imzalı 1.3 milyon dilekçeyi reddetmesi ile sorunun ciddiyeti tekrardan artırdı ve 1842 yılında Çartistler bir kez daha harekete geçmiştir. (6)

 Kraliçe Victoria ile Prens Albert, denetim konusunda son derece hassas davranmışlardır çünkü denetimi iç huzuru sağlayacak en önemli husus olarak görüyorlardı. Bu doğrultuda sağlık ve eğitimin devlet denetimi altına girmesi önemli atılımlardandır. Kraliçe, parlamentoda yaşanan belirsizlik sürecinin önüne geçilmesi konusunda hükümete baskılarını sürdürmüştür ve 1852 yılında Aberdeen başkanlığında bir koalisyon hükümetinin kurulmasını sağlamıştır.

1853 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında başlayan Kırım Savaşı, batılı devletler için son derece önemliydi ve Kraliçe Victoria bunun farkındaydı. Kraliçe, parlamentoda yaptığı konuşma sırasında bu savaşın Britanya için neden önemli olduğunu ve savaşa girilmesi gerektiğini söylemesi ile Osmanlı İmparatorluğu ile iyi ilişkiler Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde de devam etmiştir. Victoria döneminin önemli olaylarından biri de Fransa ile ilişkilerin düzelmesidir. Buna binaen İngiltere Kralı VIII. Henry’den beri hiçbir İngiliz hükümdarın adım atmadığı Fransa topraklarına III. Napolyon’un daveti üzerine 1855 yılında eşi Albert ile birlikte resmi bir seyahatte bulunmuştur.



14 Aralık 1861 tarihi Kraliçe Victoria için son derece kötü bir gün olarak bilinmektedir çünkü eşi Prens Albert bu tarihte tifodan vefat etmiştir. Eşine çok düşkün olan 42 yaşındaki Kraliçe, bu tarihten sonra sessizliğe bürünmüş ve halktan uzaklaşarak yıllarca sürecek matemini yaşamaya başlamıştır. Prens Albert’ın giysilerine önem göstermiş, onları sarayın salonunda sergilemiştir. Kraliçe’nin bundan sonraki hayatını Windsor Sarayı’nda geçirme kararı ve siyah elbise giyinme tercihi ile kendisine ”Windsor Dulu” lakabı takılmıştır. Oğlu Edward bu duruma binaen ”…giysiler insanın ruhsal durumunu ve düşüncelerini başkalarının sezinlemesine yararlı olur.” demiştir. (7)

Kraliçe döneminde Britanya, dünyanın en büyük deniz gücü olarak bilinmektedir. 1750 yılından itibaren başlayan ve ardından Napolyon Savaşları’na (1803-1815) kadar denizlerde artan gücü, rakiplerinin sayısını da artırmıştır. 1778 yılında Fransa ile arasındaki Amerika ve Hindistan bölgelerinin hakimiyeti için yapılan mücadeleler Britanya’yı ciddi anlamda zorlarken, kendisine karşı olan savaşa 1779’da İspanya ve 1780 yılında Hollanda’nın da katılması ile denizlerde ciddi bir mücadele içine girmesine neden olmuştur. Bu mücadeleler esnasında donanmaya ciddi şekilde harcama yapılmış ve ilerleyen dönemlerde Britanya’nın denizlerdeki gücünü James Thomson şu dizeler ile dile getirmiştir:

”Hükmet Britanya, dalgalara hükmet, Britanyalılar asla köle olmayacaklar.”
James Thomson

Denizlerdeki gücü, Amerika’daki on üç kolonisini kaybetmesine engel olamazken; Hindistan’da Hollanda ve Fransa ile yaptığı mücadelelerde galip çıkmasını sağlamıştır. 1805 yılında Amiral Horatio Nelson’ın Fransız ve İspanyol donanmasını yenmesi, denizlerde o dönem için rakipsiz güç haline gelmesine neden olan etmenlerin başında gelir. İngiliz ve Fransız gemilerinin arasında bir fark olmadığı bilinmektedir fakat asıl fark donanmaya komutanlık edecek amirallerde ortaya çıkmaktadır. Fransız deniz subayları aldıkları eğitimle İngiliz deniz subaylarından önde olmalarına karşın uygulamada geri planda kalmıştır. (8) Kraliçe Victoria döneminde ise Kraliyet Donanması beceri ve üstünlük olarak önde bir konumdadır. Ardından onu Fransa ve Osmanlı donanmaları takip etmektedir. Lakin Osmanlı İmparatorluğu, girdiği savaşlar ve mali sıkıntılardan ötürü Sultan Abdülaziz döneminde önemli harcamalar ile inşa edilen donanmayı devletin çıkarları doğrultusunda kullanamamış ve denizlerdeki konumu önemli ölçüde sarsılmıştır.

Kraliçe Victoria, döneminin ihtişamına ve Londra halkının sık sık dile getirdiği kasvetli yaşam biçimine ve denizlerdeki gücüne binaen 1876 yılında hükümet ile saray maiyetinin ortak kararı neticesinde kendisini Hindistan İmparatoriçesi ilan etmiştir. İngilizler 1600 yılının başlarından 1613 yılına kadar Hollanda Kumpanyası ile mücadele ederek Hindistan’da önemli limanlar elde edip en ön sırada baharat olmak üzere çeşitli ticari kazanımlar elde etmek istiyordu. Bu doğrultuda Doğu Hindistan Ticaret Kumpanyası kurulmuştur. Hollandalılar ile mücadele 1688’e kadar devam etmiştir. 1688 yılında Hollanda ile yapılan birleşme sonucunda İngilizler, maliye alanında pek çok teknik bilgiyi Hollandalılar’dan öğrenmiş ve bunun sonucunda 1694 yılında İngiliz Bankası kurulmuştur. (9)

Hollandalılar ise bu tarz bir yapıyı 85 yıl evvelinden hayata geçirmişlerdi. Bu birleşme ile İngiliz gemileri Hint Okyanusu’nda Fransa ile mücadelenin şiddeti artıncaya kadar rahatlıkla gezme hakkına sahip olmuştur.
Kraliçe Victoria, kendisini Hindistan İmparatoriçesi ilan ederek aslında dünyanın en önemli ticari pazar ve nüfus bölgelerinden birini de imparatorluğun bir parçası haline getirmiştir. Bu dönemde gücünü artıran Britanya İmparatorlu için ”Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” sıfatı kullanılmakla beraber bu durum, İngiliz küstahlığının da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu küstahlık en belirgin biçimde Kraliçe Victoria’nın son dönemlerinde kendini göstermiştir. O kadar ki Kraliçe yemeğini bitirdiği vakit, gelen resmi davetlilerin önünden yemek tabaklarının alındığı bilinmektedir. Kraliçe, eşi Albert’ın 1861’deki vefatının ardından artık yas tutan ve huysuz bir kimliğe bürünmüş; saray dışına çıkmamaya başlamıştır. Dönemin başbakanlarından William E. Gladstone ve onun izlemiş olduğu politikalar Kraliçe Victoria’nın hiç hoşuna gitmemiş ve onunla yıldızı hiç barışmamıştır. Gladstone, alışılmadık bir politika izleyen kişiliğe sahipti ve Kraliçe bundan dolayı Benjamin Disraeli’yi daha çok desteklemiştir. Gladstone’un doğu politikası o dönemlerde önem verdiği müttefiki Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerini zedeleyebileceği için Kraliçe, kendisinden uzak durmayı uygun bulmuştur.

Kendisi için önemli olan bir diğer husus, çocuklarının ve torunlarının Avrupa’daki diğer monarşilerle yapacakları evlilikler olmuştur. Dokuz çocuğundan sekizi, Avrupa monarşilerinde evlilik yapmıştır. Sadece Fransa ve Osmanlı bu evliliklerin dışında kalmıştır. Torunları da aynı şekilde bu evlilik siyasetinin devamını oluşturmuştur. Torunları içerisinde öne çıkanlar: Alman Kayzeri II. Wilhelm ve Rusya Çarı II. Nikolay’dır. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) bir bakıma Kraliçe’nin torunları birbirleriyle savaşmıştır. Torunlarından II. Wilhelm büyükannesi Kraliçe’yi çok sever ancak İngilizlerden de bir o kadar nefret ederdi. Bunun en büyük sebebi ise, doğumundan önce geçirdiği bir hastalık sonucu annesinin ısrarı üzerine İngiliz doktorlarının muayene etmesine izin verilmesi ve sol kolunun sağ koluna göre 15 cm kadar daha kısa kalmış olmasıdır. Kayzer II. Wilhelm, Kraliçe Victoria vefat etmeden önce onu görmek için İngiltere’ye gitmiştir.


Yazarın Çizimi

Kraliçe’nin Prens Albert’tan sonra mutsuz olduğu ve kimseyi sevmediği biliniyor ama yapılan son araştırmalar onun ruhsal ve özel hayatına dair daha fazla ipucu sunmaktadır. Bu araştırmalar doğrultusunda Kraliçe’nin John Brown adında bir İskoç uşağa yakın alaka gösterdiğini görmekteyiz. Ancak bu ilginin ne derece olduğu bilinmemektedir. Lakin o dönem İngiltere’de cumhuriyetçi kesimin Kraliçe’ye John Brown ile yakın ilişkisinden ötürü ”Bayan Brown” diye hitap ettiği bilinmektedir. Kraliçe, John Brown adına heykeller yaptırmış olsa da oğlu VII. Edward, Brown’dan nefret ettiği için bu heykellerin çoğunu yok etmiştir. (10) Hizmetlilerine olan ilgisi sadece Brown ile sınırlı kalmayan Kraliçe, Hindistanlı bir müslüman olan Muhammed Abdülkerim’e de oldukça yakın davranmıştır. Abdülkerim, Kraliçe Victoria’nın İngiliz tahtındaki 50. yıl kutlamaları adına sarayda görev yapması için
Hindistan’dan Londra’ya gönderilmiştir.

Abdülkerim’e, Kraliçe’ye hediye edilmek üzere Hintliler için önemli olan bir altın para verilmişti. Abdülkerim’den etkilenen Kraliçe, onu, ilerleyen zamanlarda Hintçe öğretmen anlamına gelen ‘’Munshi’’ olarak ilan etmiştir. Kaynakların bazılarında Kraliçe’nin Abdülkerim’den Hintçe öğrendiğini yazmaktadır. Abdülkerim’i sürekli yanında tutan Kraliçe, onun ve ailesinin İngiltere’ye yerleşmesini istemiş ve adına bir ev tahsis edilmesini sağlamıştır. İlerleyen zamandalarda Abdülkerim’in etksinde o kadar çok kalmıştı ki, Windsor Sarayı’nın salonlarından birini Hint mimarisi ile tekrardan restore ettirmiştir. Bu durumdan saray maiyetinin ve oğlu Prens Edward’ın memnun olmadığı bilinmektedir ve hatta Kraliçe’ye bu konuda baskı yaptığı bile söylenmektedir.

Kraliçe Victoria ve hizmetlisi Abdülkerim’in yakın dostluğu, onun 22 Ocak 1901 tarihinde sağlık durumundan dolayı vefat etmesi ile son bulmuştur. Yerine geçen oğlu Edward VII, Abdülkerim ve ailesinin tekrardan Hindistan’a dönmelerini sağlamış ve onlardan kalan her şeyi yok etmiştir. Hindistan’a dönen Abdülkerim de 1909 yılında Agra’da vefat etmiştir.

Hannover Hanedanı’ndan gelen soyu sebebiyle kanı Alman olduğunu gösterse de yaptıkları ve bulunduğu dönem itibarıyla ülkesinin dünya üzerindeki konumu nedeniyle İngiliz tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Kraliçe Victoria, günümüz Avrupa monarşilerinin birçoğunun da soyundan gelmesini sağlayarak daha büyük bir üne kavuşmuştur. Kraliçe Victoria’nın izleri bugün bile başta Birleşik Krallık ve Hindistan olmak üzere Britanya’nın pek çok eski toprağında hissedilmektedir.

DİPNOTLAR
(1) Black Jeremy, Kısa İngiltere Tarihi, s.151.
(2) Black Jeremy, Kısa İngiltere Tarihi, s.151.
(3) Bradford Sarah, Dünyanın Sevgilisi Elizabeth, Kraliçe, Eş ve Anne, s.3.
(4) Roberts Morris John, Avrupa Tarihi, s.360
(5) Black Jeremy, Kısa İngiltere Tarihi, s.152.
(6) Merriman John, Rönesans’tan Bugüne Modern Avrupa Tarihi, s.666.
(7) Bradford Sarah, Dünyanın Sevgilisi Elizabeth, Kraliçe, Eş ve Anne, s.5.
(8) Erbaş Fatih, Doğu Akdeniz’de Güç Mücadelesi, 19. Yüzyılda Donanmalar, s.25.
(9) Ferguson Niall, İmparatorluk, Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, s.45
(10) Bradford Sarah, Dünyanın Sevgilisi Elizabeth, Kraliçe, Eş ve Anne, s.4.


KAYNAKÇA
Kearney, Hugh, Britanya Adaları Tarihi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2015.
Hirst, John, Kısa Avrupa Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2018.
Bradford, Sarah, Dünyanın Sevgilisi Elizabeth, Kraliçe, Eş ve Anne, Sabah Yayınları, İstanbul, 1997
Black, Jeremy, Kısa İngiltere Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2017.
Erbaş, Fatih, Doğu Akdeniz’de Güç Mücadelesi, 19. Yüzyılda Donanmalar, 1. Baskı, İş Bankası
Yayınları, İstanbul, Şubat 2017.
Gilbert, Martin, Churchill, 2. Basım, İş Bankası Yayınları, Ocak 2013.
Davies, Norman, Avrupa Tarihi, 2. Basım, İmge Yayınları, Haziran 2011.
Merriman, John, Rönesans’tan Bugüne Modern Avrupa Tarihi, 1. Baskı, Say Yayınları, İstanbul, 2018.
Roberts, John Morris, Avrupa Tarihi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2015.
Ferguson, Niall, İmparatorluk, Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, 5. Baskı, Yapı Kredi Yayınları,
tarihakli.
Yazar: Behlül Ömer Bilen @behlulomerbilen

Abbasiler Devleti Nasıl Kuruldu?

Abbasiler Devleti Nasıl Kuruldu?

Abbasiler 750- 1258 yılları arasında hüküm süren ve adını Hz. Muhammed’in amcası Hz. Abbas’tan alan bir devlettir. Abbasiler Devleti, Moğollar tarafından 1258 yılında yıkılana kadar beş asır hüküm sürmüştür.
Abbasi ailesi başlangıçta dedeleri Hz. Abbas gibi tarafsız durarak siyasetle pek ilgilenmemiştir. Ancak, Emevi yönetiminin onları başkent Şam’dan sürmesi üzerine bu tavırlarını değiştirdiler. Emevi Halifesi l. Velit, Hz. Abbas’ın torunu Ali’yi ve yakınlarını yönetimi ele geçirirler endişesiyle sürgün etti. Ali, 714 yılında Abbasi ailesiyle birlikte bugünkü Ürdün sınırları içinde kalan Humeyme köyüne yerleşip Emevilere karşı Abbasi hareketini başlattı.
Abbasi hareketinin başladığı bu dönemde Emevilerde bir çok olumsuzluk yaşanıyordu. Devlet otoritesi zayıflamıştı. Arap kabileleri arasında şiddetli savaşlar yaşanmaktaydı. Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Hariciler, Emevilere karşı devamlı isyan hâlinde idiler. Kerbela’da Hz. Hüseyin şehit edildikten sonra halkın içinde Emevilere karşı büyük bir nefret oluşmuştu2. Hz. Ali taraftarı gruplar gittikçe güçlenmekteydi. Bunlar sadece Hz. Ali soyundan gelen kişilerin halife olabileceğini kabul ettikleri için Emevi yönetimini tanımıyorlardı. Bu nedenle de bazı bölgelerde Emevileri zora sokan isyanlar çıkarıyorlardı.
Emeviler, yürüttükleri hatalı politikalar sonucu zamanla halkın desteğini kaybettiler. Daha kuruluş safhasında Emeviler, İslami değerlere uymayan saltanata dönüş yapmışlardı. Kendileri ve çevresindekiler hariç diğer Müslümanların haklarına yeterince önem vermemişlerdir. Müslüman da olsalar Arap olmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparak yönetimde onlara söz hakkı tanımamışlardır. Mevali daima ezilmiş, sadece Emevi hanedanı ve onların taraftarları iktidarın nimetlerinden istifade etmişlerdir.
Bütün bu gelişmeler ve uygun ortam Abbasilerin işlerini kolaylaştırmaktaydı. Onlar da bu ortamdan yararlanmasını çok iyi bildiler. Abbasiler, hedeflerinin “Muhammed ailesinin iktidara gelmesi” olduğunu ve biatın Peygamber ailesine mensup bir kişi üzerine olacağını vurguluyorlardı.
Abbasiler daha harekete geçmeden önce Horasan’da kuvvetli bir güç olan Şiiler faaliyet hâlindeydiler. Şiiler de Hz. Muhammed’in ailesinden birinin halife olmasını istiyorlardı. Onların büyük bir kısmı Hz. Ali’nin torunu Ebu Haşim’in etrafında toplanmıştı. Ebu Haşim de ikametgâhını Humeyme’ye nakletti ve Abbasilerle ittifak yaptı. Böylece Abbasiler daha başlangıçta Şiilerin desteğini sağlamış oldular. Emevi karşıtı bu yeni cephenin liderliğini Abbasilerden Muhammed bin Ali üstlendi.
Abbasi propaganda faaliyetlerinin merkezi Kûfe ve Horasan olarak belirlendi. Faaliyetleri yürütecek teşkilat, 718 yılında artık tam olarak kurulmuştu. Bundan sonra Abbasi hareketini on iki nakip (temsilci) ve bunlara bağlı yetmiş dâî (propagandacı) büyük bir gizlilik içinde yürütüyordu. Bu propagandacılar, Emevi baskısına karşı Hakk’ın mücadelesini yaptıklarını söyleyerek halkın desteğini istiyorlardı. Abbasiler, zamanla çok sayıda propagandacıyı değişik bölgelere gönderdiler. Her ne kadar ehlibeyt adını ön plana çıkararak halka mesaj vermişlerse de liderlik Abbasilerdeydi. Kendisinin de Peygamber ailesinin bir mensubu olduğunu her fırsatta halka anlatan Muhammed bin Ali, geniş kitlelerin sempatisini kazanmıştı.
Muhammed bin Ali’nin vefatından sonra oğlu İbrahim, hareketin başına geçti. İbrahim de teşkilatçı bir liderdi. Horasan, propaganda çalışmalarının en etkili biçimde yapıldığı bölgelerdendi. İbrahim, Horasanlı Ebu Müslim’i 745 yılında bu bölgeye Abbasi ailesinin temsilcisi olarak gönderdi. Orada çalışmalar hızlandırıldı. Emevi Hükümdarı ll. Mervan, İbrahim bin Muhammed’i yakalayıp bir süre hapsettikten sonra idam etti. Yerine kardeşi Ebu Abbas geçti.
Ebu Müslim’in Horasan’a gitmesi, Abbasi hareketi için bir dönüm noktası oldu. Ebu Müslim, 747 yılında Abbasilerin ihtilal bayrağını Horasan’da açtı. Kısa sürede oradaki Emevi ordusunu bozguna uğratarak bölgeye hâkim oldu. Bunu, Abbasi kuvvetlerinin 749’da Kûfe şehrine girmesi takip etti. Abbasiler, aynı yıl Kûfe’de Ebu Abbas’ı halife ilan ettiler. Ebu Abbas, halife olarak Kûfe de okuduğu ilk hutbede, yönetim hakkının sadece Abbasilere ait olduğunu dile getirdi. ehlibeyte vurgu yaparak aslında kendilerinin de ehlibeytten olduğunu söylüyordu.
Ebu Abbas, Kur’an-ı Kerim’den, “ …Ey Peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”, “De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.” ayetlerini okuyarak adeta kendisini peygamber ailesiyle özdeşleştirip insanları ikna etmeye çalışmıştır.
Emevi saltanatına son vermek amacıyla 750 yılında bir Abbasi ordusu Suriye üzerine yürüdü. Emeviler de büyük bir kuvvetle bu orduya karşı koydu. Fakat Zap Irmağı kıyısında yapılan savaş sonunda Emeviler yenildi. Abbasi ordusu, Emevilerin başkenti Dımeşk’e girdi. Yenilgiye uğrayan Emevi Hükümdarı II. Mervan, Mısır’a kaçtı. Ancak aynı yıl Abbasi askerleri tarafından burada yakalanarak öldürüldü. Böylece Emevi Devleti yıkılmış, yerini Abbasi Devleti almış oldu. Abbasiler, bu süreçte Emevi sülalesinden çok sayıda insanı ortadan kaldırdılar.
Abbasiler, iktidara ulaşana kadar Şiilerle kurdukları birlikteliği bozmamaya dikkat ettiler. Ancak iktidarı ele geçirdikten sonra onlara sırt çevirdiler. Şiiler ise Abbasilerin bu tutumuna karşı Hz. Hasan’ın torunlarından İbrahim ve kardeşi Muhammed’in önderliğinde ayaklandılar. Halife Mansur, 762-763 yıllarında bu isyanı çok sert bir şekilde bastırdı. Muhammed Hicaz’da, İbrahim de Irak’ta öldürüldü. Böylece Şiilerin önde gelen liderleri ortadan kaldırıldı.
Abbasiler hilafeti ele geçirdiklerinde insanlar, onları gerçek halifelik fikir ve idealini temsil eden kişiler olarak karşıladılar. Onlardan “mülk-devlet” yerine dine dayalı ve adil bir devlet kurmalarını bekliyorlardı. Nitekim halife, cuma namazlarında Hz. Peygamberin hırkasını giyiyordu. Etrafında, devlet işlerinde görüşlerini aldığı fakihler ve diğer din âlimleri bulunuyordu. Oysa gerçek farklıydı. Abbasi halifeleri, etrafa karşı dindar ve zahit görünmelerine rağmen halkın beklentilerine yeterli cevap vermemişlerdir.
Ebu Cafer Mansur, 754 yılında iş başına geldiğinde Abbasi yönetiminin temellerini sağlamlaştırmak için bir dizi çalışma yaptı. Hilafet makamında gözü olan ve kendisini tanımayan amcası Abdullah’ı, Ebu Müslim’in yardımıyla ortadan kaldırdı. Ardından Horasan bölgesinde çok güçlü olan Ebu Müslim’i de ileride problem çıkarabileceği endişesiyle öldürttü. Bundan sonra çeşitli bölgelerde meydana gelen pek çok ayaklanma da Mansur tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
Mansur, iç tehditleri bu şekilde ortadan kaldırdıktan sonra Dicle Nehri’nin kıyısında ünlü Medinetü’s- Selam (Bağdat) şehrini kurup başkent yaptı. Bağdat, kısa sürede dünyanın en önemli şehirlerinden biri hâline geldi. Mansur, devleti güçlendirmek ve sağlam temellere oturtmak için yaptığı bu icraatlarından dolayı Abbasilerin gerçek kurucusu kabul edilmiştir.
Mansur, Mehdi, Harun Reşit, Me’mun, Mu’tasım ve Vasık dönemleri, Abbasilerin, “altın çağ”ı kabul edilir. İslam medeniyetinin temelleri, geniş ölçüde bu dönemlerde atılmıştır. 847 yılından sonra başlayan Gerileme Devri, Abbasilerin yıkıldığı 1258’e kadar devam etmiştir.

İSLAMIN ŞARTI NELERDİR

İSLAMIN ŞARTI KAÇTIR
İslam, ilk peygamber ve ilk insan Hz. Adem'den son peygamber, hatemül enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimize kadar gelen tüm peygamberlere verilen ilahi nizamın adıdır. Allah katında tek din İslam'dır (Ali İmran 3). Tek fark zaman ve dönemlerin değişmesiyle muhtevanın yani içeriğin, hükümlerin değişmesidir.
İslam'ın şartı beştir. İslam'ın 5 şartı şunlardır;
  • Kelime-i Şehadet getirmek,
  • Namaz kılmak
  • Oruç tutmak,
  • Zekat vermek,
  • Hacca gitmektir.
İslam'ın şartlarını gözetip onları tam manasıyla inanarak yerine getiren her insan İslam nuru ile şereflenip, Müslüman olma nimetine ermiştir.
  • Kelime-i Şehadet Getirmek
İslam'ın ilk ve birinci şartıdır. Kelime-i Şehadet, "Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü."olarak okunur. Kelime-i Şehadet'in anlamı, "Şehadet ederim ki, Allah’dan başka ilah yoktur ve ben yine şehadet ederim ki, Muhammed (a.s) onun kulu ve Resûlüdür.
  • Namaz Kılmak
İslam'ın ikinci şartı olan "Namaz Kılmak" her Müslümanın en önemli ve birinci asli vazifelerindendir. Namaz, farz bir ibadettir. İslam'da namaz beş (5) vakit "sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazı" olarak geçmektedir.
  • Oruç Tutmak
İslam'ın üçüncü şartı olan Oruç Tutmak, her Müslüman için farz bir ibadettir. Yıl içinde nafile olarak belli başlı günlerde tutulabildiği gibi her yıl Ramazan ayında (ay boyunca) tutulması farzdır. Oruç ibadeti ile Müslüman hem nefsi terbiye hemde aç ve muhtaç kardeşlerini anlayarak manevi bir dönem geçirir. Hamd, şükür, dua ve nefis terbiyesi en güzel meyveleridir.
  • Zekat Vermek
İslam'ın dördüncü şartı malî ibadetlerden biri olan zekat, hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır. Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan Müslümanların Allah rızası için zekat verilebilecek kimselere (muhtaç, yoksul, ilim talebesi vb..) mallarının kırkda birini dağıtması, vermesidir. Nisap miktarında mala sahip olan her Müslüman için farz bir ibadettir.
  • Hacca Gitmek
İslam beş ve son şartı olan Hac, maddi durumu ve gücü yeten her Müslüman üzerinde farz olan bir ibadettir. Geciktirmeden yerine getirilmesi gerekir. Hayatında bir defa hac yapmış olan Müslüman bu farzı yerine getirmiş olur. Maddi ve sağlık olarak imkanı olmayan kimseler üzerinde farz değildir. Onlarda imkanı olduğunda yerine getirmekle yükümlüdürler.

Kaynak: islam ve ihsan

İMANIN ŞARTLARI NELERDİR

İmanın Şartları



İmanın şartı 6 tanedir. İmanın şartları aşağıda tek tek açıklanmıştır. İmanın, altı şeye inanmak olduğunu, Resûlullah (s.a.v.) bildirmiştir. İmanın şartları sırasıyla;
1- Allah'a inanmak
2- Meleklere inanmak
3- Kitaplara inanmak
4- Peygamberlere inanmak
5- Ahiret hayatına inanmak
6- Kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak
Allah’a imanın geçerli olabilmesi için de şu altı şarta eksiksiz olarak iman edilmesi gereklidir.

Peygamber Efendimiz (S.a.v.) imanın şartları ile ilgili hadis;
“İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.” (Buhari)

İmanın şartları açıklamalı

1- Allah'a iman; Allahü teâlâ, vacib-ül-vücud (varlığı lazım olan) ve hakiki mabud ve bütün varlıkların yaratıcısıdır. Ondan başka ilah yoktur. Allahü teâlâ zamandan, mekandan münezzehtir. Hiçbir şeye benzemez.
Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inandım, iman ettim, kalbimle tasdik, dilimle ikrar ettim demektir. Allahü teâlâ vardır ve birdir. Bütün ibadetler yalnızca  O’na yapılır.
"Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar". (Bakara suresi, 4. ayet)
2- Meleklere iman; Melek, Allahü teala tarafından yaratılmış, erkeklik ve dişilikleri olmayan ve Allahü teala'ya itaatten ayrılmayan gözle görülmeyen nuranî varlıklardır.
Melekler nurdan yaratılmışlardır. Yemezler, içmezler uyumazlar, doğuğ doğurmazlar. Yüce Allah'ın emirlerine asla isyan etmezler. Hiçbir günah işlemezler. Devamlı Allah'a ibadet ederler. Bizler ruhumuzu göremediğimiz gibi melekleri de göremeyiz.
3- Kitaplara iman; Allahü Teala, kullarına peygamberleri aracılığıyla kitaplar göndermiştir. Bu kitaplarda, Allah'ın emirleri ve yasakları bildirilmiş, kulların yapması gereken görevler öğretilmiş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yolları gösterilmiştir.
Allahü Tealanın kitaplarına inanmakta imanın şartları arasındadır. Müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanarak iman eder.
"Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız." (Hicr suresi, 9. ayet)
4- Peygamberlere iman; Peygamber, Allah ile insanlar arasında elçi olarak görevlendirilen Allah'ın emirlerini bildiren doğru yolu gösteren Allah elçileridir. Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir.
Allahü Tealanın peygamberlerine inanmak, iman etmek imanın 4. şartıdır. Müslümanlar, peygamberlerin hepsine inanarak iman eder. Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teala tarafından seçilmiş sadık, dogru sözlü olduklarına inanmak demekdir.
5- Ahiret hayatına iman; Ahiret, ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir hayattır. İmanın beşinci şartı, Ahiret gününe imandır. Ahirete, öldükten sonra dirilmeye inanmak imanın şartlarındadır. Ahiret hayatı insanın öldüğü gün başlar.
"Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir." (Alâ suresi, 17)
6- Kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine iman; Kader, hayır ve şerrin Allahü tealadan olduğuna imandır. İmanın altıncı şartıdır. Kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü tealadan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir.
"Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216. ayet)

Opencart Nedir? Ne İşe Yarar?

Opencart Nedir? Ne İşe Yarar?

Opencart, internet üzerinden alışveriş yapabileceğiniz, ürünlerin satışa sunulduğu sitelerin temelini oluşturan, Php yazılım dili ile yazılmış, MySQL veri tabanına sahip açık kaynak kod sistemlerinden biridir. Günümüzde kullanılan e –ticaret sitelerin bir kısmı opencart ile yönetilmektedir. Opencart’da diğer açık kaynak kod sistemleri gibi gönüllü geliştiriciler ve Opencart geliştirip kullanıma sunan yazılım ekibi tarafından yeni eklentilerle geliştirilmektedir.
Nasıl Kullanılır? Ne İşe Yarar?
Günümüzde aktif olarak kullanılan dünya genelinde kullanıcı olan e –ticaret sitelerinin tamamına yakını Opencart açık kaynak kod sistemi ile yazılmıştır. Opencart ile kontrol panelini yönetmek için hiç bir kod bilgisine veya yazılım uzmanlığına gerek yoktur. Opencart ara yüzü ve kontrol paneli ile yapabileceklerinizi şöyle özetleyebiliriz.
  • Kolay kurulum yapabilir, e –ticaret sitenizi kolayca yönetebilir, basit bir şekilde ödeme modüllerini yönetebilirsiniz.
  • Ödeme yönetimi entegrasyonu ve sanal poslar ile bütün bankaların sanal pos modüllerini kullanabilirsiniz.
  • Sitenize istediğiniz kadar ürün görseli ekleyebilir, her görsel için tanıtım yazıları ekleyebilir ve kullanıcıların yorum yapması için alan ayırabilirsiniz.
  • XLM sistem uyumu ile penta, arena gibi tedarik sistemlerini kullanabilirsiniz.
  • Tema seçimlerinde sağladığı çeşitlilik ve kolaylık sayesinde e –ticaret sitenize istediğiniz özelliklerde tema seçimi yapabilirsiniz.
  • Dünya genelinde kullanılan açık kaynak kod sistemi olması nedeniyle birçok dil eklenti paketi bulunan opencart ile sitenizi istediğiniz dile çevirip dünya çapında yayın yapabilirsiniz.
  • Alış veriş ve ödeme sistemleri güvenliğini, SSL ve PCI sistemleri ile uyumlu eklentileri ile sağlayan opencart, kullanıcıların ödeme bilgilerini güvenli bir şekilde veri tabanında muhafaza eder.
  • Geliştirilmiş eklenti paketi ile sosyal medya da istediğiniz sitede reklamınızı veya ürün tanıtımınızı tek bir tıkla yapabilme imkanınız vardır.
  • Opencart, birçok açık kaynak kod sistemine göre çok basit ve çok hızlı bir şekilde kurulumu yapılabilen, ücretsiz 6000 kadar eklenti paketi ile geliştirilmiş bir e –ticaret sitesi alt yapısıdır. İnternet üzerinden kolay ve ücretsiz bir şekilde indirip kurabileceğiniz açık kaynak kod sistemidir.
Kaynak: Hosting


3 Nis 2020

Adobe Photoshop CC 2019 İndir

Adobe Photoshop CC 2019 İndir

Adobe PhotoshopAdobe Inc.'nin Windows ve macOS için geliştirip sunduğu piksel tabanlı görüntü, resim ve fotoğraf düzenlemede sayısal fotoğraf işleme yazılımıdırVektörel işlemlerde ve yazı işleme konusunda da bazı yetenekleri olmakla beraber, pazar lideri olmasını sağlayan özelliği bit resim işleme işlevini de taşıyan Photoshop; kuşkusuz bilgisayar dünyasının en kuvvetli yazılımlarındandır.
O zamandan beri, yazılım, sadece raster grafik düzenlemede değil, bir bütün olarak dijital sanatta endüstri standardı haline geldi. Photoshop; raster görüntülerini birden çok katmanda düzenleyebilir ve maskeleri, alfa kompozisyonlarını ve RGBCMYKCIELAB, spot renk ve çift ton gibi çeşitli renk modellerini destekler. Raster görüntü, metin, ve vektör grafiklerini düzenleme veya oluşturmaya ek olarak, limitli de olsa 3D grafik ve video düzenleme yeteneklerine de sahiptir. Kendi içinde entegre biçimde çalışan ve yeni veya gelişmiş özellikler sunan, Photoshop'tan bağımsız olarak geliştirilen ve dağıtılan eklentiler (plug-ins) yüklenerek özellik seti genişletilebilir.

Mount & Blade II: Bannerlord İndir

Mount & Blade II: Bannerlord İndir


At sırtında tek başına başladığın imparatoluğa giden bu yolculukta uzak diyarlarda yükselen krallıklar sadece savaş meydanlarında karşında sanma. Sınırların içinde ortaya çıkabilecek bir iç savaş herşeyden tehlikeli olabilir. Egemenliğini sağlam temeller üstüne kur, güçlü bir devlet ortaya çıkar.
Warband ın devamı niteliğinde olan orta çağ savaş simülasyon oyunu Bannerlord ile daha detaylı bir oyun karşımızda.

Google Drive Link:

Download İndir

Kaynak: Sağlamİndir